29 Aralık 2014 Pazartesi

Ne Tatlı Yapsak?

Bu sevimsiz, fırtınalı Pazartesi gününe biraz tatlılık katsak hiç fena olmaz sanki, hem şunun şurasında yeni yıla da 2 güncük kaldı ve hala misafirlerinize ne tatlı yapsam diyorsanız, hafta sonunda denediğim ve misafirlerimin çok memnun kaldığı aşağıdaki pratik ve hafif tatlıyı önerebilirim sizlere, bu arada tarif tamamen benim uydurmamdır :)

Sunumunu hem kolaylaştırıp, hem de şıklaştırmak adına ben bu tatlıyı küçük viski bardağına benzer bardaklara koymayı tercih ettim ve böylelikle muhallebisini de bol tutmuş oldum, ama eğer isterseniz siz bir pasta kalıbına yapıp, dilimleyerek de misafirlerinize sunabilirsiniz.



Gerekli malzemeler şu şekilde;

2 paket kedi dili
1 kutu superfresh dondurulmuş frambuaz

muhallebisi için

2 su bardağı süt
1 adet yumurta sarısı
4 çorba kaşığı toz şeker
2 çorba kaşığı un
1 paket vanilya
1 paket 200 gr labne peyniri

üst süsleme için: Dr. Oetker pişirmeden yapılan çikolata sosu ve çikolata damlaları



Yapılışı;

Bir tencerenin içine; unu, toz şekeri, yumurtayı, vanilyayı koyarak, muhallebi kıvamına gelene kadar devamlı karıştırarak pişirin. Muhallebi ılındıktan sonra labne peynirini ekleyip, mikserle çırpın.

Bu arada kuplarınızın içine ikiye böldüğünüz kedi dillerini sütle ıslattıktan sonra 1 kat yerleştirin, muhallebi üzerine dilediğiniz kadar frambuaz ekleyip, ılınmış muhallebiyi ince bir katman halinde dökün, daha sonra tekrardan sütle ıslatılmış kedi dilledirini koyup, frambuazları ekleyip üzerine muhallebiyi dökün. En üst süsleme için de, 1 paket Dr. Oetker çikolata sosunu 1 su bardağı soğuk sütle ayrı bir kapta 2 dak. çırpıp, muhallebilerin üzerine kaşık yardımıyla koyun..sos üzerine ister fındık kırığı ya da benim yaptığım gibi damla çikolata ve frambuaz koyabilirsiniz.

Bu tarif 6 kup için yeterlidir, aynı zamanda 1 orta boy pasta kalıbı için de yeterli olacaktır.

Kuplarınızı buzdolabında 2-3 saat soğuttuktan sonra afiyetle yiyebilirsiniz :)

22 Aralık 2014 Pazartesi

Evlerde Yeni Yıl Sıcaklığı

Bu aralar blogumu çok fazla ihmal ettiğim doğrudur, kafam biraz karışıktı ve içinde yüzen yeni baloncuklarla uğraştığım için de buraya vakit ayıramadım, ama yılın en güzel sezonunu kaçıracağımı düşünmediniz umarım. Evet yeni bir yıla 9 güncük kala, esas konumuza gelelim. Herkes evlerini sıcacık kırmızılarla, süslerle ve ışıklarla donattı mı bakalım :)

Bazılarınız belki yeni yıl akşamını dışarıda geçireceksinizdir, belki de sıcacık bir aile ortamında evlerinizde keyif yaparak, her iki koşulda da eğer benim gibi siz de kışın en çok bu zamanını seviyorsanız, evinize küçük dokunuşlar yapın derim, çünkü sıcacık bir kahvenin ya da sahlepin, sıcacık loş yanan sönen ışıklar ve tatlı kokinalar arasında içildiğinde  mutluluk vereceğini yüzde yüz garanti edebilirim:)

Herkes 2015 için dileklerini tutmuş, yeni yeni hayalleri kuruyorken, biraz da bu özel gece için keyifli masalara ve ev dekorasyonlarına göz atalım mı. Azıcık gerçek hayattan uzaklaşıp, mola verip, bu keyifli mekanların içinde kendimizi düşlemek, eminim huzur ve ilham kaynağı olacaktır.












Biraz da bizim evden küçük detaylara bakalım :)


Bu sevimli ve kolay kombinasyonu siz de benim gibi evde bulunan bir kabınızın içine topladığınız kozalaklar, biberiye dalları ya da tarçın çubukları ve minik tea lightlar ile yapabilirsiniz.


Sizi bilmem ama ben yeni yıl süslemelerinde klasik kırmızı ve altın renginden vazgeçemeyenlerdenim.


Hazır elimiz değmişken küçük kaktüs ailemizi niye süslemeyelim ki dedim :)


Şunun şurasında sadece 9 gün kaldı, haydi siz de kendi yapabileceğiniz küçük pratik dekorlar ve fikirlerle evlerinizi daha sıcak bir ortama dönüştürüp, küçük mutluluklar yakalayın ;)


20 Ekim 2014 Pazartesi

Küçük Küçük Ev Dekorasyonu

Evim benim huzurum, evim benim sığınağım, hayallerle gerçeklerin sınırını istediğim gibi şekillendirebildiğim, en özgür olduğum mekan. Eminim ki herkes için ev, en huzurlu ve kişinin en kendi olabildiği yerdir. Dolayısıyla bu özel mekanı dekore etmek, kendimizden renkler, figürler, anılar, objeler katmak da bir o kadar keyifli ve özeldir. Evinizin kapısını birisine açtığınızda aslında hayal gücünüzü, kişiliğinizi, sıcaklığınızı, hatta soğukluğunuzu, huylarınızı, sevdiklerinizi ya da hoşlanmadıklarınızı açmak demektir. Duvar renginden, masa örtüsünün dokusundan veya peçete seçiminden kişilik analizi mi yapacağız yoksa dediğinizi duyar gibiyim, tabiki de hayır. Herkes imkanları doğrultusunda olduğu mekanı donatır, ister bahçeden kopardığı çiçeğiyle, ister duvara astığı dedesiyle çektirdiği nostaljik fotoğrafıyla, ister el emeği ile ördüğü örtüleriyle, ister kağıtlardan yaptığı duvar süsleriyle...herkesin kendine göre bir yöntemi vardır, işte tamamen özgür olduğumuz bu dünyanın en cazip yanı da bu'dur zaten. Başka nerede bu kadar özgür ve kendimiz olabiliriz ki..

Ne dekoratörüm, ne de iç mimarım, sadece evini, renkleri, her türlü ruhu olan nesneyi çok seven biriyim ben de. Ama sanırım şunu söylemekte fayda var; olabildiğince huzurlu, doğanın sıcaklığını hissettiren, renklerin deniz koktuğu, yumuşacık tonların sarıp sarmaladığı, ve içimdeki çocuğu çıkarabilen mekanlardan pek hoşlanırım.

Mayıs ayında evimizi tuttuğumuzda, senelerce ufak ufak kafamda şekillendirdiğim sıcacık ev figürünü, hayallerimi süsleyen renkleri bir şekilde ortaya çıkarabilmek adına araştırmalara ve bakınmalara başladık. Araştırmalarımız, ve rastladığımız bizi anlatan objeler yol gösterdikçe, çok sevdiğimiz renkler olan beyaz ve mavi bize kapılarını açtı, biz de onları büyük bir memnuniyetle izledik. Pinterest, instagram, ikea katologları ve pek tatlı blog sayfaları en büyük ilham kaynaklarımız oldu ve aşağıdaki gibi ayrıntılar çıktı ortaya, şimdi evimizi çok severek oturuyoruz, ve her gün biraz daha kişiselleşen duvarlarımızla daha da çok seviyoruz.

İşte aşağıda da küçük detaylar, umarım hoşunuza gider :)



Her iki tablo da Ressam H.Avni Öztopçu'ya ait, evimize bu güzellikleri kattığı için kendisine çok teşekkür ederiz, diğer eselerini görmek isterseniz sitesini ziyaret edebilirsiniz http://mimoza.marmara.edu.tr/~avni/avni/ .













15 Ekim 2014 Çarşamba

Canını sıkma KURABİYE yap!



Canınız mı sıkkın, akşama arkadaşlar çaya mı gelecek, bütün dertler sizi mi buldu...girin mutfağa, açın son ses Norah Jones'u ve gelin chocolate chip cookie yapalım, yani nam-ı diğer damla çikolatalı kurabiyemiz.

Ben bu kurabiyeleri çok pratik bir tarifle yapıyorum, arkadaşlarım ve eşim de bu şekilde çok beğeniyor, bakalım siz de denediğinizde sevecek misiniz..

Malzemeler

200 gr tereyağı
250 gr şeker
1 adet yumurta
1 paket vanilya
300 gr un
1 paket kabartma tozu
150 gr damla çikolata
1 limon rendesi ve yarım limonun suyu

Yapılışı: Gelelim en zevkli kısma, Norah Jones arkada Chasing Pirates'i söylerken, hamurumuz için damla çikolatalar hariç bütün malzemeleri karıştırıyoruz. Siz de sever miydiniz bilmiyorum; ama ben çocukluğumdan beri annemi veya anneannemi mutfakta hep izler, eğer hamur işi yapıyorlarsa da mutlaka bir parça hamur ister ve onları taklit etmeye çalışarak, kenarda ben de bir şekil vermeye çalışırdım, sağolsun beni kırmaz onu da fırına verir, iş misafirlere sunmaya gelince işte bunu da Pınar kendi elleriyle yaptı derlerdi, çok mutlu olurdum. Neyse tarife dönelim efendim, karışımımız hamur kıvamını aldığında, mis kokulu damla çikolatalarımızı paketinden çıkarıp, hamurun üzerine döküyoruz, ne kadar çikolata sevdiğinize göre oranı siz ayarlayabilirsiniz, 150 gr hem görüntü hem tat olarak bana yeterli geliyor, ama çikolatayı yoğun isterseniz, 250 gr'lık paketin hepsini de kullabilirsiniz. Eveeet çikolataları da hamurumuzla homojen olarak karıştırdıktan sonra, tepsimize bir pişirme kağıdı serip, bir yemek kaşığı yardımıyla hamurumuzdan parçalar alıp, tepsimize birer birer koyalım, sonra bu şekilsiz ama mis kokulu hamur parçacıklarını, bir bardak altı yardımıyla düzleştirip, inceltelim. Bu kurabiyenin sırrı ince ve ağızda dağılıyor olmasında, o yüzden şekline kafayı yormayın, inceltin ki fırından çıkınca bisküvi gibi olsunlar..Sakın bana kızmayın siz bunları yaparken fırını 180 oC'de ısıtmak gerekiyordu..neyse efendim biz ısıttık, tepsimizi de bir güzel yerleştirdik, 20 dakikamızı da tutuverdik, eve mis gibi kokular yayılıp, fırının içindeki kurabiyeler renk değiştirirken, fonda da bir güzel "those sweet words" çalıyordu..ve 20 dakikanın sonunda mutluluk dolu tepsimizi dışarı çıkarıp, birer kahve suyu koyup, herkese bizimkisi gibi mis kokulu sohbetler diledik.


13 Ekim 2014 Pazartesi

Küçük bir Alaçatı yazısı

Malum şehre kış düşünce, havayla beraber içimiz de kararmaya başladı.

Bu soğuk ve kasvetli günlerde sıcacık ve neşe dolu Alaçatı sokaklarını hatırlamak bile insanın içini ısıtmayı başarıyor. O zaman gelin bir yaz yazısı ve fotoğraflarıyla serüvenimize açılalım.

Ali ile bu sene bir haftalık yaz tatilimizi hiç görmediğimiz Alaçatı'da geçirmeye karar kıldık. Bana sorarsanız, benim vazgeçilmezlerim hep Bozcaada ve Bodrum'dur, ama bu sene bir değişiklik yapalım, hem de balayımızı ikimizin de görmediği bir yerde geçirelim dedik.

Birkaç saatlik internet gezintisinden sonra, binbir çeşit tatlı otel seçenekleri içinde, Alaçatı merkeze en yakın olan ve en enteresan dekorasyonlu otelimizi ; yani "La Capria Suite Hotel" i de seçmiş bulunduk, ki bu konuda da oldukça memnun kaldık. Otelin mimari tasarımından, işletmeciliğine, odalarının ince dekorasyonuna ve hatta isimlerine (Verdi, Puccini, Bellini...) kadar her şey inanılmaz güzeldi, sağolsun otelin işletmecisi Mert Bey de bizi ayrıca güzel ağırladı ve harika yönlendirmeleriyle yardımcı oldu. Balayımız süresince, otelde iki tatlı düğün organizasyonuna da tanıklık etmiş olduk, sonradan da öğrendik ki bu otel Alaçatı'daki düğün otellerinin içinde en ünlü olanlarından biriymiş. Şehir dışında düğün düşünenler için La Capria inanılmaz güzel bir seçenek, aklınızda bulunsun derim.

Düğünün ertesi günü, erken saatte olan uçağımıza yetişip, serüvenimize koyuluverdik, İzmir hava alanına indiğimizde Alaçatı'ya nasıl ulaşılacağı hakkında hiç bir bilgimiz yoktu. Otelimizden Mert Bey'i arayıp yardım istedik, bize hemen bir araç yönlendirip hava alanından aldırdı. Ama aklınızda bulunsun, hava alanından direk Çeşme'ye kalkan otobüsler var. Çeşme'den de minibüslerle Alaçatı'ya ulaşım oldukça kolay.

Hava alanından sonra, 50 dakika gibi bir süre içinde Alaçatı'ya ulaştık, gerçekten de otelimiz merkezin bir sokak arkasındaki cadde üzerinde yer alıyordu. Oldukça sıcak bir karşılamayla, Alaçatı'da neler yapılır şeklinde küçük tüyoları da aldık ve kalacağımız bir hafta için araba kiralama olayını da halledip, etrafı detaylıca gezmeye karar verdik.

O zaman nacizane birkaç maddelik Alaçatı'da neler yapılmalı listem de sizler için gelsin :)


  • Bir hafta boyunca önünden ayrılamadığım, İmren Pastanesi'nin müthiş lezzetli sakızlı muhallebisi ve irmik helvası muhakkak tadılmalı.
  • Kumrucu Şevki'de sıra beklerken baya bir söylenilse, ve servise zor yetişilse de harika Kumru'sunun tadına bakmayanları döverler, benden söylemesi:)
  • Hacımemiş'in eskici dükkanları ile bezeli otantik sokaklarında kaybolurken, dükkanlardan gelen loş ışıklara ve klasik müziğe takılıp, kendinizi farklı diyarlarda bulacaksınız.
  • E bu kadar Alaçatı'ya gelmişiz, köşe başı karşınıza çıkan sevimli cafelerde o mis gibi kokan damla sakızlı Alaçatı kahvesinden tatmadan dönmek olur mu hiç, onu da yanındaki sakızlı lokumla taçlandırmak gerek.
  • İster günü birlik, ister haftalık veya aylık surf derslerinden mutlaka yararlanmalı, bir güncük bile olsa Alaçatı'nın kuvvetli rüzgarının ve tuzlu denizin üstünde surf tahtasının üstünde düşe kalka yol almalı
  • Bana kalırsa Alaçatı'nın en güzel beachleri olan Propaganda, Kum ve Fun Beach'e mutlaka gidilip, kristal sulardan kendinizi denize bırakmalısınız.
  • Kapari Bahçe'nin müthiş margaritasını denemezseniz de hata etmiş olursunuz, yine benden söylemesi :)
  • Asma yaprağı'nın ve Urla şaraplarının da hatırı kalmasın, mezelerin yanında, damağınızı şenlendireceğiniz şaraplarla unutulmaz bir gece yaşayacağınıza eminim.
  • Akşam üstü güneş batmaya yakın, Tarihi Alaçatı değirmenlerine çıkıp, tatlı tatlı esen rüzgarla kahvenizi yudumlarken, Alaçatı sokaklarını kuşbakışı izlemeyi de es geçmeyin derim.
  • E hazır Alaçatı'ya geldik, niye küçük bir Urla turu yapmayalım derseniz, oldukça haklı çıkar, memnun kalırsınız halinizden. Urla'nın tatlı mı tatlı bir sahili, ve onun da ötesinde harika şarap bağları ve çiftlikleri var. Şarap bağlarını istediğiniz gibi gezebilir, tadım yapıp, butik ve oldukça lezzetli bu şarapları bugüne kadar niye keşfetmediğiniz için hayıflanabilirsiniz ;) Daha sonra sizler için; Urla Şarapçılık ile ilgili küçük bir yazı da hazırlayacağım.
İşte aşağıda benim gözümden ve tatilimizden küçük karelerle Alaçatı


Asma Yaprağı'nın restoranı dışında böyle zevkli bir dükkanı da var


Tarihi Alaçatı değirmeninden bir kare


Hacımemiş sokaklarının harika kapı önleri


Kapari Bahçe


Hacımemiş dükkanları


Hacımemiş dükkanları


Riche Food & Wine'de Urla şaraplarının tadına bakıp, leziz peynirlerden yedik


Bu da La Capria'nın şirin odalarından biri, bizim kaldığımız Puccini...

Alaçatı'dan harika anılar biriktirdik, yazı geri bıraktığımız ve kaotik şehir hayatına gömüldüğümüz bu günlerde güzel yaz anılarımızı açıp, bakıp bakıp mutlu oluyoruz.

Duamız; yaz çabucak gelsin, tekrar keyifli keşiflere çıkalıp, ayaklarımız tuzlu sudan ve kumdan çıkmasın, yeni tatlar tadıp, anılarımıza daha güzellerini katalım...

ve hoş bir müzikle de uğurladığımız yaza el sallayalım...


10 Ekim 2014 Cuma

Geçmiş Zaman Penceresi

Yaş 28'di, anılar birikmişti, yorgunluklar birikmişti, heyecanlar artık kalmamıştı, defterlerin üstü çizilip, yenilere de el sürülmemeye karar verilmişti. Sakinlik, monotonluk, sıkıcılık eşittir huzur ve tehlikeden uzak durmak demek olmuştu...ev-iş arası zorunlu yolculuk dışında bir şey kalmamıştı geriye. Ta ki tarih 31 Mayıs 2013'ü gösterene dek, evet hepimizin bildiği Gezi Parkı olayları, çoğumuzun ilk defa bir bütün olarak hissedebildiği, heyecanlanmanın, cesaretin, feda edebilmenin uzun bir karanlık dönemden sonra ne demek olduğunu tekrar hatırlayabildiğimiz gün. İşte umutlarımın canlandığı, yaşadığımı hissettiren gün, gece yarısı arkadaşlarımla konuşup sokaklara döküldüğümüz gece...
Bakkala ekmek almaya gitmeye üşenen bir neslin uyanışı adlı eser! Bunca heyecanın ve mücadele tablosunun ortasında aslında kaderim de şekilleniyormuş, ama benim haberim yokmuş. İşte o günlerde, 3 sene önce yakın arkadaşımın yanında bir kez gördüğüm ama bir daha hiç konuşmadığım Ali'yle sosyal medya üzerinden iletişim kurmaya başladık. İkimizde ülkede gerçekleşen olaylar için oldukça heyecanlı ve de telaşlıydık, o her gün arkadaşlarıyla Taksim'e gidiyor, ben de başka yerlerde gaz bombasına mazur kalıyordum, birbirimize telkinlerde bulunup, ülkenin bu günlerden kurtulacağını ve bu azimle güzel günler göreceğimizi söylüyorduk, derken olayların üzerinden 1 hafta geçti ve protestolar çok farklı boyutlara taşındı, çok göz yaşı döküldü, ama inanıyorduk, bir şeyler değişecek ve yerinden sarsılacaktı. İş yerinde bile işlerime odaklanamıyor, sosyal medyadan devamlı son gelişmeleri takip ediyordum, tarih 7 haziran 2013'tü, o gün yine iş saatlerinde Ali'yle ne yapılabilir, bu olaylar nasıl güçlenebilir gibi konuşuyorduk, bu akşam gelsene sen de Gezi Parkı'na ben bir kaç arkadaşımla orada olacağım, olayların durumuna göre hareket ederiz dedi, doğrusu o demeseydi de ben tek başıma bile olsam anneme yalan söyleyip gidecektim. Bu fikir de oldukça cazip geldi ve kabul ettim..sonuçta ben de tek başıma polisten korkuyordum, ve ne kadar kalabalık o kadar güçlü olmak demekti, o yüzden çok düşünmeden, görüşleri, heyecanları benimle aynı olan bir kez gördüğüm adamın teklifini kabul ettim. İş çıkışı önce Kadıköy'e gittim, ordan da Taksim'e giden dolmuşlara bindim, sanırım dolmuştaki herkes Gezi Parkı'na gidiyordu ve sabahlamaktan söz ediyorlardı, bu beni daha da umutlandırdı ve güzel günler göreceğiz dedim içimden. Ali ve arkadaşıyla Taksim-Levent metro çıkışında uzun uğraşlar sonunda buluştum. Etraf o kadar kalabalıktı ki, değil hayatımda bir kez gördüğüm adamı bulmak, kaç senelik annemi getirseniz zor bulurdum. Ama Ali'ye verdiğim doğru koordinatlar sayesinde, o geldi beni buldu. Kocaman gülen gözleri vardı ve umutla bakıyordu, merhaba dedim hiç değişmemişsin 3 sene öncesine göre, sen de dedi. Hepimiz işten direk geldiğimiz için, oldukça acıkmıştık, hadi dedi şu büfeden ayak üstü birşeyler alıp, hemen parka geçelim. Ne güzel de yönlendiriyor dedim içimden, yürürken, aramıza kalabalık gruplar giriyor ve ben onu o kaos ortamında kaybedeceğim diye korkuyordum, ama nerede diye etrafımı kontrol ettiğimde bir anda omzumun arkasında görüp rahatlıyordum, bir şekilde devamlı gözü üstümdeydi, ve ona emanetmişim gibi davranıyordu. Bu sahip çıkılma hissi oldukça hoşuma gitmişti...İşte hayatımın en güzel ve mutlu bir pencerelerinden birinin aralandığı an bu'dur, hikayenin gerisini biliyorsunuz zaten :)

O zaman penceremize bir de tatlı müzik eşlik etsin...


23 Eylül 2014 Salı

Vakit dar iken...



Bazen sadece masumiyet ve şefkat ararsın, kendi dünyan ince ve narinse dış dünyada da böyle insanların olabileceğine inanırsın, ama bilmezsin bir çoğu vahşidir, zarar vermekten haz alırlar. Herkesin kendi cebini daha da zenginleştirmeye çalıştığı bu dünyada zerafet kavramının yok olması, yapaylığın alıp başını gitmesi ve moda denen şeyin aslında sıradan ruhların boyanması demek olduğu dünyamıza hoşgeldin. Eğer küçük bir değişim kıvılcımı yaratabilirsek ne mutlu bize.

Masal anlatıyor diyenlere eyvallah der, ütopik mavi mozaikli yolumda bir ileri, iki geri yaparım dostum.



Ne Oldu Ne Bitti

Evet o önemli günde ne oldu ne bitti efendim, neleri nasıl ayarladık, hangi heyecan aşamalarından geçtik, aman da yağmur yağmasın diye nasıl dua ettik. Vezir mi yoksa, rezil mi olacağım derken nasıl da hayıflandım. Tabi ki biz kızlar olarak, saklamayalım düğünden de, her şeyden de önce gelen gelinliktir. 29 sene yaşadıysam şu hayatta, rahat bunun 10 senesi hayalimdeki gelinliği, kafamda tasarlamakla geçmiştir :) Sanırım artık herkes büyük bir Amelie ve Audrey Hepburn hayranı olduğumu da biliyor, o zaman az çok sevebileceğim gelinliği de tahmin edersiniz...Ben size aklımdakini önce şöyle bir tasvir edivereyim; oldukça naif dantel döklümlü, kesinlikle kabarık olmayan, eski Fransız romantik filmlerini andıran, su gibi hafif, nostaljik görünümlü elbise tipli gelinliklerin hastasıyımdır..gelinlik bakmadan önce aklımda kendimi içinde görmek istediğim oldukça net figürler vardı, bunun üzerine başladık gezinmeye; Akay, Vakko derken baktım ki hayallerimin gelinliği pek de ortada yok, belki Vakko'da ona benzer bir şeyler bulsam da, içinde kendi duruşumu beğenip yakıştıramadım, en son noktam Pronovias'tı, burada da bulamazsam diktiririm, nasılsa tonla güzel model var kafamda diyordum..girdik Pronovias'a bir iki model denedim, mutsuzlukla hayır kesinlikle bunlar da olmaz derken, birden bire siz kesin bunu denemelisiniz, tam üstünüze göre deyip hiç aklımda ve hayalimde yokken balık model straplez bir gelinlik getirdiler, bir kere asla straplez gelinlik giymeyeceğim diye tutturmuştum, neyse mırın kırın edip bu da olmaz ama hadi giyelim dedim ve aynaya baktığımda ise; bir anda hiç ummadığım kadar emin ve mutlu oldum görüntüden. Yıllardır hayalimde tasarladığım gelinlik bu değildi, ama aynadaki tam olarak bendim, kendim gibi hissettiren, içinde bu benim için dikilmiş olmalı diyebileceğim tek gelinlik oydu. Gerçekten de çok sevmiştim, ve o an kararımı verdim, Pronovias'ın duvakları da gelinlikleri kadar başarılı gerçekten de, duvağı da seçtikten sonra benden mutlusu yoktu, artık en önemli kararımı vermiş ve bir oh çekmiştim, bu halledildiyse geri kalan ayrıntılar çok kolay halledilirdi benim için.

Düğün mekanı konusuna gelirsek, açık hava ve kır düğünü konseptinde kararlıydık ama havalara güven olmadığından ve artık ağustos ayı da İstanbul'da oldukça dengesiz geçtiğinden hem kapalı, hem de açık alan alternatifi olan yerlere bakmak zorunda kaldık. İlk tercihimiz Polonezköy ve Sarıyer taraflarıydı, Polonezköy'de harika sevimlilikte yerler bulduk, ama yağmur ihtimaline karşı kapalı alan kontenjanları pek de uygun gözükmüyordu. Bir de tek dert mekan olmuyor maalesef, mekanın çalıştığı organizasyon şirketinin ve fotoğrafçısının da iyi olması çok önemli. Buradaki mekanlara doğa açısından hayran kalsak da, organizasyon açısından zayıf bulunca mecburen elemiş olduk, son seçeneğimiz daha önce çokca düğün gördüğüm İş Bankası Çamlıca tesisleriydi, mekan oldukça yeşillik ve organizasyon anlamında tecrübeli bir yerdi. Fotoğrafçı ve organizasyon şirketiyle de irtibat kurup sevince, kapalı mekan seçenekleri de olunca, kararımızı burdan yana kıldık ve hiç de pişman olmadık, süslemeleriyle, ilgileriyle, titizlikleriyle beni oldukça rahatlattılar.

Saç ve makyaj konusunda ise pek düşünmedim, rutinde de gittiğim kuaförüm Özer Bey ve ekibi gelin saçı ve makyajı konusunda oldukça deneyimliydi, ben hayalimdekini anlattım, onlar da beni oldukça rahatlatıp, çok güzel iş çıkardılar. Tekrardan ellerine sağlık.

Gelin çiçeği konusunda ise günümüzde moda olan karışık vintage görünümlü aranjmanlar yerine, mekan süslemeleriyle daha uyumlu olan pembe romantik şakayıklardan yana tercihimi yaptım ve onu da çok sevdiğim Lalezar Çiçekçilik hazırladı.

Eveeeet seçimlerimiz bu şekildeydi, düğünümüzden önceki gece ise; yarın kesin yağmur yağacak, mahvolacağız, aman ne olursun bari öyle şakır şakır yağmasın diye dua edip, heyecandan uyuyamazken, sabah olduğunda bir de ne göreyim İstanbul'u resmen sel almış. Dedim biz mahvolduk, kapalı yer olsa bile arabadan inip mekana yürürken bile saç baş, makyaj kalmaz bu havada. En son suratımı kuaförde olağanca asmış, ne yapalım bizim de şansımız buymuş derken, saat 12 civarında yağmur kesiliverdi ve güneş de hafiften kendini gösterdi. Nasıl bir gülümseme oturdu yüzüme anlatamam ve düğün günümüz gerçekten de çok güzel geçti. O gün yanımda olan canım arkadaşlarıma, ailelerimize ve bütün sevdiklerimize teşekkür ederim, o günü harika yapan ayrıca sizlerdiniz de...

Lineer fotoğrafçılık'tan Celal Bey'e, İstanbul Davet organizasyon'dan Ali Bey'e, Kuaförüm Özer Bey'e, İş Bankası Çamlıca Tesisleri müdürü Adnan Bey'e ve...

Dünyanın en tatlı nikah şekerlerini hazırlayan Mista Handmade'in sahibi canım arkadaşım Minem'e teşekkür ederim.

O zaman birazcık bu güne ait güzel anılara bakalım mı:)





















Fotoğraflar, İş Bankası Çamlıca Tesisleri'nde çekilmiştir.

Bu arada son olarak :)
Giriş müziğimiz: Yann Tiersen - J'y Suis Jamais Alle
İlk dans şarkımız: Six Pence None The Richer - Kiss Me
Pasta müziğimiz: Daft Punk - Get Lucky