27 Mayıs 2014 Salı

...

Sabahları 06.00’da çalan alarmla bugün başıma yine neler gelecek korkusuyla uyanmak istemiyorum. Kalktığımda çayın altını yakarken pencereden değişen mevsimi fark edebilmek istiyorum. Bahçemdeki ağacın yanına gidip, yapraklarına dokunup günaydınlaşmak istiyorum. Başımı kaldırdığımda beton duvarları veya plaza camlarını değil gökyüzünün renklerini seçebilmek istiyorum. Epey çalışkan insanımdır ben, sanmayın öyle bunları yan gelip yatmak için istiyorum. Ama şu an bana sorarsanız, fırsatını bulduğum en küçük noktada çalışma hayatından kaçarım. Derseniz ki bana bugün 5 arkadaş tarlaya gidip bütün gün güneşin altında çilek ekeceğiz, gülen yüzlerini, anlayışlı bakışlarını ve birlikte olmaktan mutlu olan insan grubunu gördüğüm her ortamda çokca çalışmaya varım. Güler yüzle, birbirimizin işini kolaylaştırdığımız insani ortamlarda çalışmanın ne sorunu olabilirdi ki? Zaten ana çıkış noktası da bu. Çalışanların birbirinin işini daha zorlaştırdığı, mutsuz olup, çevrelerindekileri de mutsuz görmekten haz alan insan grubunun arasında olmak hiç kolay değil biliyorsunuz. Anlayışsız patronlar, huzursuz ve mutsuz çalışanlar, bir de bütün bu düzene alışıp bu akışı normal ve böyle olması gerektiğini hissedenler grubu…koskoca bir çaresizlik bulutu olarak görüyorum bunu.